Your cart is currently empty!

Vajinal Doğum mu Sezaryen mi “Normal”?
Nedir Bu Normal?
Eğer bir sağlık sisteminde kadınlar doğum yaparken yargılanıyorsa, eğer doğumdan sonra kendilerini eksik ya da başarısız hissediyorlarsa, orada normal olan bir şey yoktur. Asıl normal olan; gebelerin bilgilendirildiği, seçeneklerin sunulduğu bir sistemdir.
Doğurmak Kimin Kararı?
Doğum, hayatın en doğal şeylerinden biri. Ama ne zaman ki bu doğallığın içine sistem, sağlık otoriteleri, kültürel beklentiler ve ataerki karışıyor; işte o zaman “doğurmak” kadının kendi deneyimi olmaktan çıkıp “birilerine” göre şekillenen bir sürece dönüşüyor. Oysa ki doğum, kadının bedeninde gerçekleşen, onun acısıyla, onun gücüyle, onun hissiyle yaşanan bir an.
Doğum, sadece biyolojik bir olay değil; aynı zamanda politik bir alan. Kadının doğum sırasında ne kadar söz hakkı olduğu, hangi bilgilere erişebildiği, nasıl bir ortamda doğum yaptığı gibi unsurlar onun doğum deneyimini doğrudan etkiliyor.
“Normal” Doğum Kavramı Ne Kadar Normal?
Sağlık kurumlarında, kamu spotlarında ve hatta futbol sahalarında aynı cümleyle karşılaşıyoruz: “Normal” doğum en sağlıklısıdır.”
Öncelikle doğumun “normali” kimin tanımıyla belirleniyor? Tıbbî otoritenin mi? Medyanın mı? Ailenin mi? Yoksa bedenini, geçmiş deneyimlerini ve ruh halini en iyi tanıyan kadının mı?
Araştırmalar, eğer annenin ve bebeğin sağlık durumu uygunsa vajinal doğumun bazı açılardan daha az riskli olduğunu gösteriyor. Ama bu bilgiler çoğu zaman sadeleştirilerek şu hale geliyor: “Sezaryen, gereksizse kötüdür.” Ancak doğum, sadece fiziksel değil; aynı zamanda psikolojik bir deneyim. Bu yüzden; kadının bu süreçte ne hissettiği, ne yaşadığı, bedenine nasıl müdahale edildiği de en az doğum şekli kadar belirleyici.
Vajinal Vs. Sezaryen Doğum
Doğumun en sağlıklısı kadının kendini güçlü ve güvende hissettiği doğumdur. Bazı kadınlar için bu loş ışıkta, destekle, saatler süren bir vajinal doğumdur. Bazıları içinse anksiyeteye mahal vermeyen, planlı, kontrollü bir sezaryen. İkisi de değerli. İkisi de gerçek. İkisi de “normal”.
Kadınlar, “en sağlıklısı bu” denilerek ikna edilmeye çalışılırken, bedenlerine dair seçimleri küçümseniyor ve sezaryenle doğuranlar “bilinçsiz”, “kötü anne” damgasıyla karşılaşabiliyor.
Bu damgalama, pek çok kadında suçluluk, yetersizlik ve başarısızlık duygularını tetikliyor. Kadınlar, “too posh to push” (itmeye üşenen elit anne) gibi yaftalarla karşılaşıyor. Sezaryenle doğurduklarında kendilerini açıklamak zorunda hissediyorlar:
“Doktor istedi.”
“Bebek ters geldi.”
“Ameliyat kaçınılmazdı.”
Sanki “planlı sezaryen istedim, çünkü öyle hissettim” demek bile yeterince geçerli değilmiş gibi.
Rakamlar Ne Diyor?
Türkiye’de sezaryen doğum oranı %57 civarında. Bu oran, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği üst sınır olan %15’in neredeyse dört katı. Yani her 10 doğumdan neredeyse 6’sı sezaryenle gerçekleşiyor. Üstelik bu doğumların hepsi “tıbbi gereklilikle” yapılmıyor. Sezaryenin “gereksiz” olup olmadığını belirleyen sistem hâlâ çoğunlukla biyomedikal. Yani psikolojik ya da duygusal nedenler, bu hesaplamalarda “tıbbi endikasyon” sayılmıyor.
Dünya genelinde de benzer bir eğilim var. 2021’de Lancet’te yayımlanan bir araştırmaya göre, özellikle orta-üst gelirli ülkelerde sezaryen doğum oranları tıbbi ihtiyaçların ötesine geçmiş durumda. Araştırmacılar bu artışı, kadının kararından çok sistemin yönlendirmesiyle açıklıyor.
Sezaryenle doğum yapan kadınların %35’i, bu kararın onların iradesinden çok “doktorun tercihine göre” alındığını ifade etmiş. Bazı kadınlar ise planlı sezaryeni kendi bedenine en uygun yöntem olarak görüyor ve bunu bilinçli olarak tercih ediyor. Mesele, kadının hangi doğum yöntemini seçtiği değil, o seçimi gerçekten yapabiliyor olup olmadığı. Burada uzmanlık bilgisinin toplum yararına nasıl konumlanacağı meselesi devreye giriyor.
Özelleşmiş hastanelerde sezaryen doğum, çoğu zaman vajinal doğumdan daha pahalıya faturalandırılıyor. Sezaryende ameliyathane, anestezi, daha uzun hastane kalışı, tıbbi cihaz kullanımı gibi ekstra kalemler oluyor. Bu da doğrudan hastane kârını artırıyor.
Burada vajinal doğumun süresinin belli olmaması da doktorları sezaryene yönlendiren nedenlerden bir. Sistem, doktorun her kadına uzun süre eşlik etmesine izin vermiyor. Sezaryen ise programlanabilir, hızlı ve daha “kontrollü”.
Peki Kadınlar Ne Hissediyor?
Kadınların doğum deneyimine dair ne hissettiklerine bakıldığında tablo çok daha derinleşiyor. 2022’de yapılan bir araştırmada (Birthrights UK), kadınların %42’si doğum sırasında yeterince bilgilendirilmediklerini ve karar süreçlerine dahil edilmediklerini belirtmiş. Türkiye’de benzer bir anket çalışması (Kadın Doğum Derneği, 2021) ise kadınların %58’inin “doğum şekli konusunda yeterli bilgi ve tercih hakkı sunulmadığını” düşündüğünü gösteriyor.
Tıbbî Bilgi mi, Kadın İradesi mi? Yoksa İkisi Birlikte mi?
Burada hem tıbbi bilgiye hem de bireyin bedeniyle ilgili kararına aynı anda yer açmak mümkün.
- Kadının, bedeninde ne olacağını bilme ve buna onay verme hakkı var.
- Doktorun, riskleri önceden fark etme, rehberlik etme ve gerektiğinde müdahale etme sorumluluğu var.
İdeal olan, bu iki alanın çatışması değil, buluşması. Yani doğumda sadece “kadın istiyorsa olur” ya da “doktor diyorsa öyledir” değil; birlikte karar verilen, güvene dayalı, bilgiyle desteklenen bir süreç olmalı.